By recep on Salı, 02 Haziran 2015
Category: Genel

Tesadüfleri biz mi çekiyoruz kendimize?

bilirsiniz hayatta önümüze kimi zaman fırsatlar, şanslar, kimi zaman yeni arkadaşlıklar dostlar, acılar, mutluluklar gibi duygular çıkarken bazen de tesadüfler çıkar. bu tesadüfler mi bizi bulur biz çok istediğimiz için oları mı kendimize çağırırız burası ayrı bir konu başlığı olur ama kısaca bunlardan ikisine değineceğim;

1- montessori eğitimi:

henüz kızım olmadan çok önce ilk eğitim araştırmalarımdan birinde Maria Montessori ve onun felsefesi ile tanıştım. ardından araştırmalar, hazırlıklar derken kızımız dünyaya geldi ve onun ilk dünya ile tanışmasında elimizden geldiğince eşimle bu felsefeye uygun eğitimleri uygulamaya çalıştık. İstanbul'da bu felsefede eğitim veren okul öncesi hazırlık arayışımız sırasında, bizler gibi bu felsefeye inanan ve velilerin bir araya gelerek kurduğu montessori kaynaştırma ve eğitim derneği ve onun işlettiği "Küçük Kara Balık Okulu" ile karşılaştık.

henüz kurulmuş ve ayakları üzerinde durmaya çalışan ama arkasında kararlı, istekli velilerin durduğu oluşuma, derneğe katılarak elimizden gelen tüm desteği vermeye başladık. bugün artık okul kendi alanında arzu edilen seviyelere yakın yerlere geldi. ilk mezunlarını vererek ilk okullara gönderdi bile. kızım Defne'de bu ilk mezunlardan biri. yeni yeni çocukların kendine güvenlerini ve kendi kendilerine - olması gerektiği gibi - neler yapabildiklerini keşfetmelerine, yardımcı oluyor, onları daha özgür, sorgulayıcı, araştırıcı olarak yetiştirmeye, anne babalara her anlamda bağımlı olmaktan kurtarmaya devam ediyor. 

tabi özünde bu bir felsefe ve çocuğun gayreti kadar anne babaların da katkısı, sahiplenmesi son derece önemli.

tesadüf ile ilgili kısmı ise, bana henüz nasıl bir eğitim olmalı sorusunu araştırdığım dönemlerde Yeni Zelanda'da yaşayan arkadaşımın montessori eğitiminden şans eseri bahsetmesiydi. fark ettim ki bu konuda hiç bilgim yok, hatta irdeledikçe anladım ki Türkiye'de henüz bu konuda birikim çok yeterli değil, bizlerin bilgisi yok ya da çok kısıtlı. evet bu sayede kızımızın aldığı temel eğitim en azından kaygı yaratmayacak düzeyde, olumlu etkilerini de sık sık görüyorum.

2- perma kültür:

tohum dünyasında çalışan arkadaşlarımdan, az çok tarla ve çiftçilikle uğraşan tanıdık, akraba ve dostlardan gördüğüm kadarıyla Türkiye yakın zamanda kendi yerli tohumlarını tamamen kaybedecek bir noktaya doğru gidiyor. buna domates tohumu, salatalık tohumu da dahil, ceviz, fındık badem zeytin gibi ağaçlar da. tabi bizler çoğunlukla yediğimiz 2-3 üç çeşit elma ya da armudu bugün marketlerde görüyoruz ve geçmişi hatırlamayanlar daha doğrusu bilmeyenler, Anadolu'da onlarca çeşit elma (ör: kağızman elması) onlarca çeşit armut (ör:Ankara armudu) olduğunu ve bunların yavaş yavaş yok olduğunu fark etmiyorlar. işte ben fark ettikçe neler yapılabilir diye araştırmaya başladım. derken birkaç yıldır bir türlü fırsat bulup gerçekleştiremediğimiz kampa katılma fırsatını yakaladık. herşey gayet keyifli ve eğlenceliydi. ilk kamp deneyimimiz olmasına rağmen ailece çok sevdik. kamp ateşi ve sohbet sırasında birilerinin perma kamp diye bir şeylerden bahsetmeleri ilgimi çekince dönüşte araştırdım. işte ikinci tesadüfte böylece karşıma çıktı. benzer kaygılarla yola çıktıklarını anladığım bir grubun yarattığı alkışlanacak bir girişim. sadece takdir etmek değil, bir ucundan tutmak ya da replike olabilmesi, daha da yaygınlaşması için neler yapabilirim bunu öğrenme aşamasındayım ve katkı yapmayı çok isterim. 

işte odaklandığımız konular bazen tesadüfen bizlere fırsatlar sunuyorlar. bize düşense görmek ve farkına vararak kolları sıvamak.

sevgiler, recep.

Related Posts

Leave Comments