Her zamanki düzenimizle başladık güne. Bir sınıf arazide kaldı, bir sınıf orman yürüyüşüne çıktı. 1. Sınıf benimle orman yürüyüşündeyken 3. Sınıf arazide Mehmet’le beraberdi. Arazide kalanlar, ormana gidenlerin ardından 15 dakika serbest oyun oynuyorlar. Ardından Dom’a açık sınıf çalışmasına giriyorlar. 30 dakikalık bir sınıf çalışmasının ardından ikiye bölünüyorlar; mutfak ekibi ve bahçe ekibi olarak. Başlarda bahçe ekibi pek revaçtaydı ama Nesrin çocuklarla beraber ekşi maya simit yapmaya başlayalı beri tüm çocuklar mutfağa girmek ister oldular J. Ne Mehmet Usta’nın ustalık marifetleri, ne benim bahçe işleri, varsa yoksa ekşi maya simit J. Bir de daha sonra anlatacağım bu ekşi maya simitlerin paylaşılamama meselesi var, o kadar kıymetliler yani J. Sınıfın çoğunluğu Nesrin’le simit yaparken, Mehmet’le çalışmayı seçen iki çocuk böcek oteline kendi tasarımları doğrultusunda bir su yolu yapmışlar. Mehmet sadece el vermiş işlerin ilerleyişine.
Biz bu esnada ormanda büyük bir ekip olarak yürüyorduk hep birlikte. Nasıl ekip olunur? Ekip lideri gerisinde kalanları nasıl takip etmeli? Hızlı gidenler geride kalanlarla, geride kalanlar hızlı gidenlerle nasıl bir ekip oluşturabilir? Ormanda yürürken sıraya girmediğimiz halde nasıl birden birimiz diğerinin yerine geçebilir? Tüm bu meseleler üzerinde düşe kalka güle ağlaya, kah birbirimizi duyarak kah duymazdan gelerek yürüdük ormanda. Ekip olmak öyle kolay iş değil, çünkü çoğunlukla rakip olmaya, bölünmeye yatkın bir sisteminden içinden geliyoruz. Oysa ormanda yardımlaşmak, birbirine el vermek şart. Aksi taktirde ilerlemek mümkün değil. İyi bir grup lideri en hızlı giden değil, ardında kalanı fark eden kişi. Bunu deneyimlemek ve içselleştirmek öyle kolay değil. Sürekli bunun da egzersizini yapıyoruz aslında ormanda. Doğa ile ilişkimizi geliştirmek tek niyetimiz değil Serbest Gezen Çocuklar programında; birey olmamızı besleyen sisteme rağmen ekip olabilme yöntemlerini sürekli konuşmak ve örneklemek. Aynı eski zaman filozofları gibi, yürürken konuşup soru sorarak çocukların kafalarında başka sorulara yer açmanın da peşindeyiz. Ormanda yürüdüğümüz yolun sadece bizim özgürce koştuğumuz yer olması dışında pek çok başka canlının da yaşam alanı olduğunu fark etmemiz mümkün mü? Kocaman bir bütünün parçası olduğumuzu idrak edebileceğimiz bir yer orman. Bizim dışımızdaki canlıların var olma hallerine saygı duymayı deneyimleyeceğimiz bir yer. Tüm bunlarla ilgili çeşitli sözler havalarda uçuşa dursun, biz bir koşu tırmanıyoruz ormanda; yine en önde olma telaşıyla J. Dediğim gibi öyle kolay değil; hele doğada geçen zaman bu kadar nadirken... Mehmet’in büyük keşfi olan okul ağaca kadar tırmanıyoruz, orman barınağında kısaca bir dinlendikten sonra. Bizim okul ağaç dediğimiz ağaç, Mehmet’in bulduğu, fırtınada devrilmiş muhteşem bir ağaç. Boylu boyunca yere yatmış, kökünden en uzun dalına her yerini görebildiğimiz bir ağaç bu. Üzerindeki canlılığı incelemek de mümkün, üzerinde denge çalışmaları yapmak da. Veya üzerinde sadece havadan sudan muhabbet edip dinlenmek de mümkün. Olasılıklar çok. Her ziyaretimizde başka bir deneyim. Okul ağacın yanından ayrılınca, orman kaydırağından kaya kaya ve çevremizdeki endemik pek çok bitkiye göz ucuyla baka baka, yanımızdan akan su birikintisiyle birlikte koşarak aşağıdaki yola akıyoruz. Koşarken veya önde olmaya çalışırken fark edebildiklerimiz az. Ama her orman yürüyüşü bir niyet; bir gün zamanı gelecek.
Öğle yemeğinde buluşuyoruz kampta. Sıcacık Dom, çorba ve sandviçler. Çorbayı sevenler, ağzına sürmeyenler, kase kase içenler, hepsi kabul J. Ardından bulaşıklar yıkanıyor ve toplu serbest oyun zamanı başlıyor.
Serbest oyundan sonra, sabah yürümeyen ekip Mehmet’le orman yoluna düştü bu kez. Biz kaldık kampta. Sınıf çalışması öncesinde bu defa daha az kişi ile arazide kısa bir serbest oyun zamanı. Sonrasında Dom’da sınıf çalışması. Sınıf çalışmasının peşi sıra kampta çalışmaya devam; mutfak ekibi ve bahçe ekibi olarak. Yani simit yapan ekip ve benimle birlikte kompost alanında çalışacak ekip. Kompost alanında çalışan ekibin görevi sebze atıklarını küçültüp, toprakla karıştırıp içinde oksijen dolaşımını sağlamak. Aynı esnada yan tarafta geniş bir çukur açma çalışması; farklı sebze yatak türleri oluşturuyoruz şu ara. Kompost sebze yatağı ve Hügel Kültür denemesi yapmak için bir çukur kazıyoruz (http://peyzax.com/hugel-kultur-sadiye-kumru/). Kazma çalışmalarında karşımıza çıkan pek çok solucan ve böcek işin en keyifli kısmı. Yine kazarken, çapalarken ve parçalarken, “Kompost ne işe yarar?” diye konuşuyoruz. “Hügel Kültür ne ola ki? Hem sonra bu toprağı neden kazıyoruz ki?” Ama elbette o esnada bulunan solucan veya toprak kazmanın heyecanı daha önemli oluyor konuşulanlardan. Sonuçta iş birden “Kim daha çok solucan buldu?” meselesine evrilebiliyor mesela J. Ve bu çalışmanın ardından kalan tek şey bulunan solucan sayısı olabiliyor pekala J.
Biz solucanları sayarken, Mehmet ve ekibi ağaç okula kadar tırmanmışlar bir hız. Ve tırmanırken bir oyun oynamışlar; bilgisayar oyunlarından esinlenerek. Herkesin üç canı varmış bu oyunda. Düşen veya yoldaki endemik bitkileri ezenler can kaybediyormuş. Böcek, solucan ve endemik bitki bulanlar can kazanıyormuş, hatta yaban domuzu gören ölümsüz oluyormuş bu oyunda J. Tüm orman yürüyüşünde tek can kaybedilmiş, o da orman kaydırağında J. Ayrıca ağaç okulunu bambaşka deneyimlemişler bu defa. Ağacın kökünden ucuna, üzerinde oturma pozisyonunda kayarak ilerlemişler. Ve dalların ucundan toprağa atlamışlar J. Biz de ancak ortasına kadar ilerleyebildik aynı şekilde bugün.
Günün sonunda yine tüm gruplar kampta toplandılar. Okula dönüş hazırlıkları. Ve işte o esnada patlak verdi simit krizi! Mutfakta simit yapanlar - biz simit yapmayanlarla simitlerimizi paylaşmayız- diye kaşık kaldırdılar. - Bu simitler bizim! Biz ne istersek o olur!- Buyur buradan yak... O zaman ormanda başlayan felsefi sohbetler burada da devam etsin. Bizim ne demek? Bizim olan bir şey üzerindeki haklarımız nerede başlar nerede biter? Peki tüm malzemeler ve simit nasıl yapılır bilgisi Permakamp’tan geldiğine göre bu simit kimin? Bir hamura şekil vermek onu bizim yapar mı? Peki ama ikişer üçer simidimiz varken bizim bunların hepsini kendimize alıp sınıf arkadaşlarımıza vermediğimizde adil ve mutlu mu oluruz? Bu sorular uçuştu durdu. Ancak -bu simit benim ben karar veririm- yaklaşımı baskın çıkınca, ben de “Permakamp’tayız, bu simitleri sınıf arkadaşlarınızla paylaşılamıyorsanız, bu simitler mutfaktan çıkamaz kararını alıyorum,” dedim. Bunun üzerine derin bir sessizlik. Ve mecburi paylaşım... Permakamp’ın kendisi 20’den fazla ailenin oluşturduğu bir topluluk deneyimi. Aslında bizler kendi olağan Permakamp deneyimimizi Serbest Gezen Çocuklar programına aktarıyoruz. Tıpkı çocuklarla yaptığımız gibi biz de aynı şekilde çalışma gruplarına ayrılıyoruz. Mutfakta çalışıp günün yemeğini yapanlar, arazide, yapı işinde, tarlada çalışanlar. Bir topluluk olarak işleri bölüşmek, ortaklaşmak ve yardımlaşmak... İşte çocuklarla ormanda, tarlada ve mutfakta sürekli bu ilkeleri paylaşıyoruz. Topluluk olma, ekip olma ilkeleri. Paylaşmadan Permakamp’ta olamayız! Mehmet hep şunu söyler: “Permakamp’ın kuralları yok, ilkeleri var!” Paylaşmayı içselleştireceğimiz güzel günler var önümüzde J. Paylaşmanın haksızlık olmayacağı günler J.