Günlerden 06 Mart, Permakamp ‘a gidersek saat 3 gibi ayrılmak zorundayız. "Gitmeye değer mi?" soru baloncukları kafamızda, düştük yollara.
İyi ki de gitmişiz neler yapılmadı ki! Hiç sera görmemiş oğullarım ellerine çapaları alıp, çok olağan birşeymişcesine serayı tıraşladılar.
Ayça’nın yanına karışıp olağan sıradan çöpe atılası şeylerin, nasıl renklere bürünüp güzelleşebileceğini gördüler. Bilmezdim 7 yaşındaki abimizin boyalara ilgi duyabileceğini. O yüzden şaşırdım, kendi yaptığı süpriz desenle bezediği tahta parçası ile yanıma geldiğinde. 1,5 yaşındaki Uras’ımızın ise en çok taşların dönüştükleri uğur böcekleri ilgisini çekti.
Bir ara "kendi boyalarını kendileri yapabilirler mi?" diye kafa yordu çocuklar. Yeni edindikleri arkadaşları ile suyla toprağı karıştırıp kahverengi elde etmeyi başardılar. Diğer renkleri düşünürlerken, solucan alarmı verildi, Güneş tarafından. Koşa koşa serada bulunan solucanları komposta götürmeye gittiler. Her çocuk kendi macerasını yaşadı. Uras geçen sene tohuma bırakılan baklalarla ilgilendi bir ara. Filiz teyzesine yardım etti. Tohumların arasına karışmış salyangozlara yeni yuvalar bulundu. Abimiz çocuklara kılıç yapan gönüllü bir babanın yanında kılıcını denerken görüldü bir ara. Biz büyükler ise çocuklarımızın teknolojiden ve işe yaramaz yiyeyeceklerden uzak, olması gerektiği gibi bir gün geçiriyor olmasının verdiği huzurla, soba üstünde demlenmiş kahvemizi yudumlayıp kendi yolculuklarımıza çıktık.
Bir tek ağaç dikiminde bulunmak vardı aklımda, erken ayrıldığımız için katılamadık. Fotoğraflardan gördük ki isteyen her çocuk bir ağaç dikmiş. Ne mutlu dikimde bulunan çocuklara ve yardım edenlere, her sene gözleri önünde büyüyecek bir mucizeye sahip oldular.
Biz ise serada emeği geçen çocukların büyükleri olarak, o serada yetişecek bitkileri görünce bunda payı olan çocuklarımızın yaşayacağı sevinci görmek için sabırsızlanıyoruz.
Gelecek macerada görüşmek dileğiyle