Yaklaşık yarım saatlik yapılandırılmamış oyun zamanının ardından güne Dom’da açık sınıf çalışması ile devam ediyoruz. Konumuz bu aralar kurbağalar ve göçmen kuşlar. Leylekleri görmeye başladık buralarda. Her yer bıcır bıcır kuş sesi. Açık sınıf çalışmasının peşi sıra ekip çalışmaları için ikiye ayrılıyoruz. Bir ekip Seteney’le ekşi mayalı pide yapmak üzere mutfağa giriyor. Diğer ekip benimle birlikte bahçe işlerinde çalışacak. Bahçede bir dolu iş var, malum bahar hazırlıkları. Sebze yatakları ve malç yatakları hazırlanacak, tohum ekilecek, toprağa karıklar açılacak. Bu işlerin her biri sebat ve güç istiyor. Çocuklar ilk önce çapa yaptıkları için mutlular, ancak kısa zamanda sıkılıp yoruluyorlar. Çünkü toprağı ekim yapmak üzere hazırlamak öyle kolay bir iş değil. Uzun bir çalışma gerektiriyor. Üstelik sürekli aynı şeyi yapmak gerekiyor. Bu tarz bir çalışma çocuklar için kısa zamanda anlamını yitiriyor ve hevesleri kaçıyor. Hemen başka bir şey yapmaya geçmek istiyorlar. Ama toprak ve hayat emek istiyor. Bunu çocuklarla birlikte deneyimlemeye çalışıyoruz. Sıkıldığımız halde bir çalışmayı nasıl sürdürebiliriz? Neden bu kadar uzun süre çapa yapmalıyız? Toprağı çapalamayı tek eğlenceli kılan şey kazdıkça karşımıza çıkan solucanlar ve börtü böcek. Tek bir çapa, sonra uzun uzun solucan ve böcek inceleme olarak devam ediyoruz. Malç yatağında çalışanlar için durum biraz daha zor.
Çünkü malç yatağında kış boyu toprağa atılmış taze meyve sebze parçaları ve yumurta kabukları var. Henüz çöp, atık, pislik, toprak, kir ve kompost üzerine konuşacak çok şey var. Atıklarımızın dönüşerek faydalı bir kompost oluşturduğunu, toprağın pis olmadığını sürekli ve sürekli olarak konuşuyoruz. Yoruldukça ve çalışmaya devam ettikçe güçleneceğimizi konuşuyoruz, bir işi tamamlamanın kıymetini. Bahçe deneyimi tüm hayatımıza sirayet eden pek çok önemli mevzuyu çalıştığımız bir alan anlayacağınız. Malç yatağı ve soğan ekilecek alanın çapalanması devam ederken, bir grup da sebze yataklarının ortasındaki böcek otelimizi yeniliyor. Sağdan soldan topladığımız ıslak tahta parçaları, dallar, kuru otlar; hepsi böcek otelimizin önümüzdeki mevsimde yeni konuklarının olması için çok önemli. Böcek oteli bir sebze bahçesinin olmazsa olmazıdır diyebiliriz. Çünkü faydalı ve zararlı böcek popülasyonunun dengeli çoğalması için gereklidir. Böceklerin büyük çoğunluğu hepçildir; hem diğer böcekleri yerler hem de bitkiler arası tozlaşmayı sağlarlar. Böcek otelinin önemi üzerine de konuşuyoruz. Ama böcekten korkarken bir böcek oteli yapımında çalışmak öyle kolay iş değil. Böcekleri, faydalarını ve yaşam döngüsünü konuşuyoruz. Bu öyle bir iki konu konuşarak aşılacak bir korku değil elbette. Çünkü toprakta solucan görüp korkup çapalamayı bırakanlarımız var aramızda.
Bu gerçeklik doğa ile aramızın ne kadar açıldığının, bağlarımızın koptuğunun ve ona yabancılaştığımızın önemli bir göstergesi. Aşırı steril ortamlarda toprağın böceğin pis olduğu bilgisiyle yetiştiriyoruz çocuklarımızı, sonra da doğayı koruyup ona önem vermelerini bekliyoruz. Bu özeni hayat bilgisi derslerinde konuşarak çocuklara aşılayabileceğimizi düşünüyoruz. Ama doğadan uzak tuttuğumuz bir nesilden bunu beklemek büyük haksızlık. Permakamp’ta çocuklarla birlikte aşmamız geren bir dolu sınır var. Adım adım tabii... İlk adım toprağın pis değil, hayatın kaynağı olduğunu öğrenmek. Çamurlanan bir elin hemen yıkanmasına gerek olmadığını ve üstümüze başımıza çamur gelmesinin bizi kirletmediğini idrak etmek. Henüz alfabenin ilk harflerindeyiz...
Bahçede iyice yoruluyoruz ve çamurlanıyoruz. Sonunda yemek saati geliyor. Eller yıkanıyor ve gelsin Tolga’nın harika çorbası. Bu çorbayı çok seven pek çok çocuk var. “Çorba aynı çorba, değil mi”, “İçinde kabak var, değil mi” soruları eşliğinde kase kase çorbalar dağılıyor masalara. Yemekler yeniyor, bulaşıklar yıkanıyor, çöpler farklı kovalara atılarak ayrılıyor ve yaşasın tekrar serbest oyun zamanı başlıyor. Kırk dakikalık bir oyun zamanının ardından orman yürüyüşüne çıkma zamanı geliyor. Toparlanıyoruz ve düşüyoruz yola. Uzun bir tırmanış bizi bekliyor. Mola vermeden istikrarlı bir şekilde devam ediyoruz tırmanmaya. Zorlansak da bırakmamayı deneyimlemeye devam. Yorulmanın çekinilecek bir yanı olmadığını ve güçlenmenin ancak yorulmayı göze alarak mümkün olduğunu deneyimliyoruz. Düşüyoruz, kalkıyoruz. Diken batıyor, çamurlanıyoruz.
Orman ve yaban yaşam zorlayıcı bir deneyim, hiç de öyle romantize edecek bir yanı yok aslında. Bu yürüyüşlerde ormanla derin bir bağ kurmaya çalışıyoruz aslında. Tabiatın içerdiği güzellikler ve zorluklar burada bir arada. Orman karşınıza çıkardığı yaban çiçekleri ve hayvanlarıyla büyüleyici ve aynı zamanda korkutucu bir yer. Bu büyü ile yakın temasa geçiyoruz. Ormanda hem huşu var, hem yaban hayat korkusu. Bu ikisini beraber yaşamak çok önemli. Kenelere, yeni uyanan börtü böceğe, yılanlara dikkat etmeyi bilmek gerek. Bunları konuşuyoruz bolca. Hem keyif almayı hem dikkatli olmayı deneyimliyoruz. Hem ormanı bize yakın görmeyi hem de pek çok başka canlının hayat alanında olduğumuzu bilip onlara zarar vermemeyi öğreniyoruz... Orman yürüyüşü tüm bu deneyimlere gebe. Birlikte doğayla bağımızın minik tohumlarını salıyoruz içimize. Bakalım hangileri tutup yeşerecek gelecek günlerde? Uzun orman yürüyüşünden yorgun argın dönüyoruz kampa. Üst baş değişiyor ve okula dönme zamanı geliyor yine...
Güneş Savaş